30 Temmuz 2013 Salı

Hukuka Saygı ve Yavuz Sultan Selim

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Özellikle yükselme döneminde, Osmanlı Padişahları'nın hukuka karşı duydukları saygıları ve adaleti icradaki titizlikleri, inkâr edilemez bir tarihî vâkıadır. Bir devlet, kuvvet kanunda olduğu müddetçe ayakta durur; aksi taktirde yani kanunun kuv­vette olması durumunda, devlet, kudret ve kuvvetini kaybe­der. Günümüzde "hukuk devleti" diye dillerde dolaşan bu ma­nanın, tarihin altın sayfaları içinde müslüman atalarımızda te­zâhür ettiği, bilinen bir gerçektir. Biz bu gerçeği, Mısır'ı fethet­mek için yola çıkan ve Tih çölü ile Sina çölünü günümüz harp tarihçilerini bile hayrete düşürecek şekilde kolayca geçen Yavuz Sultan Selim ile cesaretli Şeyhülislâm'ı Zenbilli Alâaddin Ali Cemalî arasında cereyan eden iki hadise ile teyit etmek is­tiyoruz.

Birincisi: Yavuz Sultan Selim Edirne'ye gitmek üzere yo­la çıkar. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi de kendisini uğurladıktan sonra geri dönerken yolda eli bağlı dört yüz kişiye rastlar. İlgili­lerden bunların durumunu sorunca şu cevabı alır: "Bâzirgan­lardır; Padişah hazretleri ipek alım-satımını yasaklamıştı. Bunlar emre muhalefet ettiklerinden siyaseten mahkûm edilmişlerdir.” Bu cevabı işiten Şeyhülislâm derhal geriye dö­nerek atla Padişah'a kavuşur ve şöyle seslenir: "Bir takım adamları bağlamışlar; eğer amaç onların öldürülmeleri ise, bu Allah katında helâl değildir.” Bu sözü duyan ve öfkele­nen Yavuz: "Ey mevlâmız, âlemin nizâmı için âlemin üçte birinin katli helâl değil midir" diye sorar. Zenbilli bu soruya"helâldir; ancak şu şartla ki dünyanın işleri karışıp da bü­yük fitne olunca, halbuki şimdi öyle bir durum söz konusu değildir" şeklinde cevap verir. Yavuz ise "benim emrime mu­halefetten daha büyük fitne olur mu" diye sorunca, cesur Şeyhülislâm cevabını yine irkilmeden yapıştırır: "Bunlar, Sultan'ın emrine muhalefet etmişlerdir. Zira sen bu konuda (ti­caret konusunda) onları yetkili kılmışsın. Bu her çeşit ti­carete zimnî izindir.” Bu cevap üzerine hiddete gelen Padi­şah yüksek sesle: "Ben sana demiştim; saltanata itiraz et­mek senin vazifen değildir" der. Zenbilli Ali Efendi ise aynı hiddetle ve vakarla: "Bu, manevî sorumluluğu gerektiren (âhireti ilgilendiren) bir meseledir. Buna karışmak benim vazifemdir" der ve selâm vermeden Padişah'tan ayrılır. "Hakkı söylemeyip susan, dilsiz şeytan gibidir" hadisinin manasını tam kavrayan Zenbilli'nin bu hali, hukuka saygılı olan Yavuz'­un çok hoşuna gider, ancak belli bir süre verdiği cevabın tesiri altında hayret içinde kalır. Sonradan söz konusu 400 suçluyu affeder ve Edirne'ye ulaşınca Zenbilli Ali Efendi'ye şu fermanı gönderir: "Rumeli ve Anadolu Kazaskerliklerini birleştirerek sana verdim. Zira bildim ki bütün sözlerinde hak üzeresin." Padişa­hın fermanını alan Zenbilli'nin cevabı ise yine şahsiyetine yakı­şır şekildedir: "Mektubun bana geldi. Allah seni maddî ve ma­nevî belâlardan korusun ve saltanatını devam ettirsin. Ben em­rine itaat ediyorum; ancak Allah ile bir ahdim vardır; bu görevi kabûl etmekten beni mazur görün"[1].

İkincisi: Bir gün Yavuz Sultan Selim Han, hazine muha­fızlarından 150 kişinin öldürülmelerini emreder. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi bunu duyunca derhal Dîvân-ı Ali ye gelir, hürmetle karşılanır ve meclisin başına oturtulur. Kendisine ge­liş sebebi sorulunca "Padişah'la görüşmek isterim, ona bir kaç sözüm vardır" der. İzin alınır, huzura girer, selâm verip oturduktan sonra "Şeyhülislâm'ın görevi, Padişah'ın âhiret hayatını korumaktır. İşittim ki, 150 adamın öldürülmesi­ne emir vermişsiniz. Onların şer'an öldürülmeleri caiz de­ğildir. Affediniz" der. Yavuz Sultan Selim öfkelenerek "sen sal­tanat işine karışıyorsun. Bu senin vazifen değildir" cevabını verince, hiddetlenen Zenbilli de "ben senin ahiret işine karı­şıyorum. Bu benim vazifemdir. Eğer affederseniz kurtuluş bulursunuz ve aksi halde büyük bir cezaya çarptırılırsınız" deyince Padişah'ın öfkesi yatışır ve hatasından döner. Arala­rındaki sohbet daha sonra uzar ve Zenbilli meclisten ayrılırken "biraz önce söylediklerim ahiretinize aitti. Şimdi de mürüv­vetinize ait bir söz söyleyeyem" deyince Padişah "nedir" di­ye sorar. O da "saltanatınıza lâyık olan odur ki affettiğiniz bu suçluları eski görevlerine iade edesiniz" der. Padişah da "görevlerine iade ettim. Ancak hizmetlerinde kusur eder­lerse, tazir cezası ile cezalandırırım" diye cevap verince Şey­hülislâm Zenbilli "İslâm hukuku tarafından tazir cezaları, sul­tanın takdirine bırakılmıştır. Yetkin dahilindeki cezayı verebilirsin" der ve Yavuz'un elini sıkarak huzurundan men­nun olarak ayrılır[2].

Burada iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Birincisi; Os­manlı Devleti'nin 26 yıl Şeyhülislâmlığını yapan ve aslen Ka­ramanlı olan Ali Efendi'ye Zenbilli denmesinin sebebi şudur: Ali Efendi, evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır, hukukî bir problemi olanlar meselelerini bir kâğıda yazarlar, zenbilin içine atarlardı. Bu sebeple kendisine "Zenbilli Müftü" ünvanı verilmişti[3]. İkincisi: İslâm hukukunda cezalar üç kısımdı:

1- Had cezalarıydı. Bunların şartları ve miktarı Kur'ân ve Hadis tarafından belirlenmişti. Hırsızlığın cezası olan el kesme gibi. Bunlar için çok ciddî şartlar aranırdı.

2- Kısas ve diyet cezalarıydı. Şahsa karşı işlenen öldürme ve yaralama suçlarının cezaları gibi. Bunlar da Kurân ve Ha­disçe belirlenmişti. Bu iki grup cezada, ne Padişah'ın ne de Dî­vân'ın bir yetkisi söz konusu idi.

3- Tazir cezalarıydı. Bunlar vatana ihanet, devlet malları­nı zimmete geçirme ve benzeri suçların cezalarıydı. Şartları bu­lunmayan had cezaları uygulanamadığı zaman da, suçlu bü­tün bütün cezasız kalamazdı. Meselâ, tarladan devamlı sebze çalan hırsıza, tarlanın çevresi kapalı değilse ve bekçi yoksa had cezası olan el kesme cezası verilemezdi. Verilecek ceza tazir ce­zasıydı. Yani İslâm hukuku belli cezaları kesin olarak tespit et­miş, geriye kalanları ise genel esaslarını açıklayarak zamanın yasama organına terketmişti. Bu şekilde zamanın yasama or­ganına havale edilen cezalara tazir cezası deniliyordu. Tazir ce­zaları, kınamadan idam cezasına kadar değişebilirdi. İşte Ya­vuz, bazı insanlara hatalı olarak ve tazir cezası şeklinde ölüm cezası vermişti. Zenbilli'nin yerinde ikazıyla hatasından dönmüş­tü. Yoksa Padişah, keyfi hangi cezayı isterse onu veremezdi. 600 yıllık arşiv belgeleri, vatandaşın canının Padişah'ın iki du­dağı arasında değil, hukukun garantisi altında olduğunu ve pa­dişahların "şer-i şerif dedikleri hukuka saygılı olduklarını gös­termektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder