29 Temmuz 2013 Pazartesi

Bosna Hersek Katliamı

1857-59 BOSNA HERSEK İSYÂNI

ZAFER GÖLEN

Giriş

Tanzimat Fermanı ile birlikte ilan edilen ilkeler her toplumsal grup
tarafından farklı algılanmıştır. Hıristiyanlar, fermanı, özgürlüklerine giden
bir araç olarak görürken, Müslümanlar kendi hak ve özgürlüklerinin gaspı
olarak değerlendirmişlerdir. Bosna Hersek’in durumu, devletin diğer bölgeleriyle
kıyaslanamayacak derecede nazikti. Bosna’da fetihle birlikte toplu
bir İslamlaşma meydan gelmiş, bu hareketin mükâfatı olarak kendilerine
bir takım ayrıcalıklar bahşedilmiştir. Tanzimat uygulandığı takdirde ayrıcalıklarını
kaybedeceklerini düşünen Bosnalı Müslümanlar, ferman Bosna’ya
ulaştığı andan itibaren muhalefete başlamışlardır. Özellikle vergi, askerlik
ve hepsinden önemlisi Hıristiyanlarla eşitlik gibi hususlar onları rahatsız
etmiştir. Gelişmeler, devlet ve Bosnalı Müslümanların bölgedeki otoritesini
sarsan 1848-51 isyânı ile sonuçlanmıştır. İsyân sonrası devlet, Müslümanlar
nezdinde tüm itibarını kaybederken, yüzyıllardır bölgenin hâkimi olduklarına
inanan Müslümanlar ezilmiş ve eyaletteki üstünlükleri sona ermiştir. Bu
durum Bosna’yı Sırp ve Karadağ yayılmasına açık hale getirmiştir1.
Bosna’da Müslümanların siyasî alandan çekilmesiyle sahnenin yeni aktörleri
olan Hıristiyanlar, milliyetçi ve özgürlükçü düşüncelerin peşinden
sürüklenmiş, yükümlülüklerinden şikâyet etmeye başlamışlardır. İsteklerini
bazen açıkça, bazen de küstahça dile getirmişlerdir. Hâlihazırda mevcut dış
durum da onları alabildiğince şımartmış, kışkırtmış ve desteklemiştir2.

A- İSYÂNIN NEDENLERİ

1- Haricî Nedenler

a- Sırbistan’ın Tutumu
Balkanlarda ilk milliyetçi isyânı Sırplar çıkarmışlardır. Sırplar yaklaşık
yüzyıl boyunca bağımsızlıklarını elde etmek ve sınırları İliya Garaşanin3 tarafından
çizilen büyük Sırbistan’ı kurmak için çalışmışlardır. Bu maksatla
kendi nüfuz bölgeleri olarak kabul ettikleri Bosna Hersek’i ele geçirmek için
çabalamışlar4 ve yöredeki Ortodoksları ayaklandırmak için her fırsatı değerlendirmişlerdir5.
Sırplar’ın çok şeyler beklediği Kırım Savaşı, Sırbistan ve Karadağ’daki
askerî hareketliliği artırmıştır6. Ancak, Kırım Savaşı Sırp ve Karadağlılar’ın
beklediği gibi sonuçlanmamasına rağmen, Paris Antlaşması’nın 28. ve 29.
maddeleri ile Sırplar tüm Avrupa devletlerinin garantisi altına alınmıştır7.
Böylece dokunulmazlık zırhını kazanan Sırplar, Osmanlı Devleti’ne karşı
cüretkâr hareketlere girişmişlerdir8.
Osmanlı yetkilileri, Knez Aleksandr’ı bölgedeki tüm olayların arkasındaki
isim olarak görmekteydiler. Onlara göre, Aleksandr bölgede karışıklık
çıkarıp bağımsızlığını elde etmek istemekte, bu amaçla Karadağ’ı kullanarak
Bosna Hersek’te problem çıkartmaktaydı9. Gerçekten de Sırplar doğrudan
olmasa bile dolaylı olarak bölgedeki olaylarla yakından ilgilenmişler, bölgedeki
gelişmeleri gazetelerine haber yapmışlardır. Bu haberlerde Hıristiyanların
yaşadıkları sıkıntılar anlatılmış, onlara yapıldığı iddia edilen baskılar
ayrıntılı olarak verilmiştir. Sırplar çoğu zaman bununla da yetinmeyerek, el
ilanları şeklindeki matbuatı isyân bölgelerine göndererek, isyânın devamına
yardımcı olmuşlardır10.
İsyanın devam ettiği 1860’larda Aleksandr’ın yerine geçen Prens Miloş
Obronoviç, Osmanlı Devleti’ne karşı Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve
Yunanistan’dan oluşan bir ittifak kurabilmek için yoğun çaba sarfetmiştir.
Bosna Hersek’teki isyân, ona istediği siyasal ortamı fazlasıyla vermiştir. Fakat
Obronoviç hayalini gerçekleştirememiştir11.


b- Karadağ’ın Tutumu
Karadağ için en önemli mesele, denize çıkış noktasının bulunmaması
ve dolayısıyla dünyadan soyutlanmış halde yaşamak zaruretiydi. Meselenin
çözümü Hersek’i ilhak ederek deniz kenarında bir kıyı edinmekti12. Özellikle,
Hersek dahilinde bulunan Benan, Grahova, Derbenak ve Piva nahiyeleri
halkının kendilerini millî ve dinî olarak Karadağ’a bağlı hissetmesi,
Karadağlılar’ın işini kolaylaştırmıştır13.
1851’de Danilo Petroviç’in tahta geçmesi Osmanlı-Karadağ ilişkilerinde
bir dönüm noktası olmuştur. O, 1852’de önce kendini prens ilan etmiş,
ardından bağımsız bir idareci gibi davranmıştır14. Danilo, evvela Paris
Konferansı’nda Batılı devletlere başvurarak bağımsızlık kazanmak için
uğraşmış, fakat orada istediği sonucu alamamıştır. Batı’dan umudu kesen
Danilo isteklerini Osmanlı Devleti ile doğrudan savaşarak gerçekleştirme
yoluna gitmiştir. Bu amaçla, 1852 ve 1858’de iki kez Osmanlı Devleti ile
doğrudan savaşmıştır15.
Gerek Danilo gerekse 1860’ta yerine geçen yeğeni I. Nikola, Bosna
Hersek'teki kargaşadan yeterince istifade etmişlerdir. Bu amaçla kimi zaman
doğrudan saldırılarla, kimi zaman ise bölge halkını isyâna teşvik ederek
Hersek’i sürekli rahatsız etmişlerdir16.

c- Avusturya Macaristan’ın Tutumu
Avusturya’yı Bosna Hersek’le ilgilenmeye iten sebep, Bosna Hersek’in
Avusturya toprağı Dalmaçya (Hırvatistan) ile Avusturya arasında kalmış olmasıydı.
Avusturya bölgeyi ele geçirerek Dalmaçya’ya giden yolu kısaltmayı
hedefliyordu17. Bu yüzden Avusturyalılar Bosna Hersek’te kendi çıkarlarına
aykırı siyasal gelişmelerin yaşanmasını istemiyorlardı. Avusturya’nın sürekli
müdahalesi, çoğu zaman iki ülke arasında problemlere yol açıyordu. İsyân
esnasında takibe alınan bazı asîler Avusturya’ya sığınıyor, Avusturya bu
kimseleri iade etmiyor, böylece bu kimseler cezasız kalıyordu. Aynı asîler
bir süre sonra tekrar Hersek’e gelerek problem çıkarıyor, bu döngü isyânın
yatıştırılmasına bir türlü izin vermiyordu.

d- Rusya’nın Tutumu
1850’lerden sonra Çar I. Nikola Osmanlı Devleti’nin kesinlikle yıkılacağına
inanmıştı. Hatta bu inancını St. Petersburg’da İngiltere elçisi
Seymour’a açıkça ifade etmekten de geri kalmamıştı. O sefire, “Kollarımız
arasında bir hasta adam var; gereken tedbirleri almamız esastır. Eğer gereken tedbirleri
hemen almazsak, kollarımızda ölebilir” demişti. Çar, diğer Batılı güçler ile anlaşabilirse
İstanbul’u işgal etmeyi, İstanbul, Trakya ve Makedonya’dan müteşekkil
bir Bizans devlet kurmayı, Anadolu’yu oğluna krallık olarak vermeyi
düşünüyordu. Fakat hayallerini gerçekleştirmede en büyük rakibi İngiltere
idi. İngilizler, Ruslar Balkanlar’da durdurulamaz, Osmanlı Devleti beklenmedik
bir şekilde dağılırsa, kendi sömürgelerinin tehlike altına girmesinden
çekinmekteydiler18.
Rusların Kırım Savaşı öncesindeki eylem planlarında Sırbistan’ın bağımsızlığını
tanımak da vardı19. Onların bu düşüncesi bölgede yaşayan halk
arasında büyük heyecan yaratmış20, Sırplar ve Karadağlılar arasında bağımsızlık
için hazırlık yapılmıştır. Ancak, Kırım Savaşı ile siyasî veya askerî olarak
Batı engelini aşamayacaklarını anlayınca, klasik politikaları olan Ortodoks
hamiliğine sıkı sıkıya sarılmışlardır. Bu çerçevede Panslavizm, Balkan milletlerini
kurtarmaya yönelik bir araca dönüşmüştür21. Rusların politikalarını
uygulamaya koyabilecekleri nüfuz alanları; Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan
ve Bosna Hersek’ti22. Rus planına göre, evvela Ortodoksların yoğun olarak
yaşadığı yerlerde karışıklık çıkarılacak23, daha sonra Hıristiyanları korumak
bahanesi ile olaylara müdahale edilecekti. Batı kamuoyu da sözde Hıristiyanlara
yönelik şiddet nihayete ereceğinden bu duruma ses çıkarmayacaktı24.

e- ingiltere’nin Tutumu
İngiltere’nin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzu, Mustafa Reşid Paşa’nın
sadrazamlığından itibaren diğer devletlerle kıyaslanamaz derecede artmıştı.
1850’lere gelindiğinde, İngiltere’nin İstanbul konsolosu Lord Stratford’un
nüfuzu o derece artmıştı ki, kendisine “taçsız sultan” denmekteydi25. İngilizlerin
nihai hedefleri Ruslar’ın Tuna’nın güneyine geçmesine mani olmak ve
Osmanlı Devleti’nin Rus etkisi altına girmesini engellemekti26. Kırım Savaşı
başladığında Lord Russell, “Rusya’yı şimdi Tuna kıyılarında durduramazsak,
sonra İndus kıyılarında durdurmak zorunda kalırız” demekteydi. Bu nedenle Osmanlı
Devleti’ni destekler görünüyorlardı. Fakat gerçekte İngiliz hükümeti
arasında Türklere sempati besleyen tek bir isim dahi yoktu. Onlar için Osmanlı
Devleti’nin dağılması sadece bir zaman sorunuydu. Ancak Osmanlı
Devleti’nin zamansız dağılarak mesele olmasından çekiniyorlardı27.
f- Fransa’nın Tutumu
Paris Barış Antlaşması’ndan sonra, III. Napolyon Avrupa’da siyasî üstünlük
elde etme telaşına girmiştir28. O, Rusya’nın bıraktığı boşluğu doldurmak
için Balkan milletlerinin hamisi gibi davranmıştır. Fransızlar bu genel
politikalarının devamı olarak Osmanlı Devleti içerisindeki her türlü bağımsızlık
hareketini desteklemiş ve isyâncı grupları kollamışlardır29.
1857-59 İsyan’ı sırasında Osmanlı topraklarına saldıran Karadağ’a
doğrudan destek veren tek ülke Fransa olmuştur. Fransızlar, daha Kırım Savaşı
sırasında, Karadağ’ın diplomatik ilişkilerine yardımcı olması için Henri
Delarue adlı bir dış politika uzmanını Danilo’nun hizmetine göndermiştir.
Delarue, Danilo ölene kadar onun özel sekreteri olarak görev yapmıştır30.
İsyanın hazırlık safhasında 1857’de Danilo Paris’e gitmiştir. Bu olayın ardından
Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne karşı açıkça mücadeleye girişmesi
tesadüf değildir31. Fransızlar, Grahova Yenilgisi ve Kolaşin Katliamı sonrasında dahi Karadağ’ı desteklemeye devam etmişlerdir32. Bölgede Karadağlılar
tarafından korkunç katliamlar yapıldığı sırada dahi, Fransa ve Rusya’nın
İstanbul’daki temsilcileri iyice küstahlaşarak, bölgeye sevk edilen Osmanlı
askerlerinin geri çekilmesini talep edebilmişlerdir. Bu sırada Karadağ’a
askerî bir harekât yapılması gündeme geldiğinde, her iki temsilci açıkça Osmanlı
Devleti’ne gözdağı vermekten çekinmemişlerdir33.
Olaylarla ilgili İstanbul’a bir rapor gönderen Sırp Knezi Aleksandr da
manidar biçimde isyânının arkasındaki devletlerden birinin Fransa olduğunu
belirtmiştir34. Fransızlar daha da ileri giderek, isyân boyunca Karadağ’a
silah satmaya devam etmişlerdir35. Fransızların menfi tutumları isyân sırasında
bölgede bulunan temsilcilerinin çalışmalarından da anlaşılmaktadır.
Bosna’da bulunan konsolos vekili asîlerin sözcülüğüne soyunmuş, hafiye
gibi çalışarak asîlerin dahi şikâyet etmediği konuları gündeme getirmiş, İstanbul
üzerinde baskı yaratabilecek her türlü aracı kullanmış ve olayı çözümsüzlüğe
itmekten çekinmemiştir36.
g- Panslavizmin Etkisi
Panslavizm, yani Slav Kardeşliği veya tüm Slavları tek bir bayrak altında
toplama idealidir. Bu düşünce, Rus Çarlığı’nın gücüyle doğru orantılı artmış
ya da azalmıştır. Çarlık en büyük, en güçlü ve tek bağımsız Slav devleti
olarak, diğer Slav milletleri kendi çatısı altında toplamak istiyordu. Ancak
Ortaylı, Ruslar sahneye çıkmadan evvel de Balkanlar’da daha XVII. yüzyıldan
itibaren bir “Slavlık” düşüncesinin ortaya çıkmaya başladığını ifade
etmektedir. Ona göre, Ruslar uzun süre Balkanlar’daki Slavlık cereyanlarını
geriden takip etmişlerdir37.
İlk Slavonik Araştırma Kürsüsü 1811’de Rusya’da açılmıştır. 1830 ve
40’larda Khomyakov, Samarin, Aksakov kardeşler gibi ilk Panslavist düşünürler, dini Avrupa Slavlarını birleştiren ilke olarak düşünüyorlardı. Panslavist
düşüncenin yayılmasına önemli katkıları olan Pogodin de 1830’lardan
itibaren Rusya liderliğinde kurulacak bir Panslav birliğinden bahsediyor ve
bu birliğe her zamankinden daha yakın olunduğunu eserlerinde işliyordu38.
1857’ye gelindiğinde Bosna’daki Ortodokslar’ın tek gayesi önce Türk yönetimini,
ardından da Müslümanları bölgeden uzaklaştırmaktı. İsyan sırasında
diplomatik görevle bölgeye giden Murad Efendi, Bosna Hersekli Hıristiyanların
dillerindeki tek sloganın Türk egemenliğinden kurtulmak olduğunu
ifade etmiştir39.

2- Dahilî Nedenler
a- Islâhat Fermanı’nın Etkisi
Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti Batılı devletlerin desteğini
yanına çekmek için 18 Şubat 1856’da bir Islâhat Fermanı ilân etti40. Fermanla
sürekli şikâyet konusu olan “Müslüman gayrimüslim eşitsizliğini” ortadan
kaldırılması ve Hıristiyan tebaaya iyi davranılması sözü verdi41. Ayrıca, eyaletlerde
tahkikat meclisleri kurulması, cizyenin kaldırılması, Hıristiyanların
belli bir oranda askere kabul edilmeleri gibi hususlar kabul edildi42. Islâhat
Fermanı’na dayanılarak Paris Antlaşması’na dahil edilen, “Hükümdarın Hıristiyan
halk hakkında iyi niyetini” ifade eden hüküm ile Batılı devletlere ciddi
bir taviz verildi. Böylece Hıristiyan tebaa yasal olarak yabancı bir devlete
şikâyette bulunma hakkı kazandı. Halbuki, Tanzimat ve Islâhat Fermanı’nın
en başta engellemeye çalıştığı hususların başında bu konu gelirken, fermanın
sonucu tam tersi oldu43.
Osmanlı Devleti’nin bütün iyi niyetine rağmen, Islahât Fermanı’nın
uygulanması da o kadar kolay olmadı44. Hıristiyanlar kendilerine tanınan
hakların bir an önce uygulanmasını istedi. Batılı devletlerin müdahaleleri
durumun içinden çıkılmaz bir hal olmasına yol açtı. Böylece eyaletlerde Hıristiyan
halkın çektiği cüretkâr ayaklanmalar baş göstermeye başladı. Bunların
en önemlilerinden biri, 1857’de Bosna Hersek’te kendini gösterdi45.
b- Toprak Kullanım Meselesi
Bosna’da işlenebilir toprakların büyük çoğunluğu Müslümanlara aitti.
Geniş arazilerden oluşan çiftliklere “baştina” sahiplerine ise “Eshâb-ı alâka”,
“Erkân-ı Eyalet (Eyalet Erkânı)”,“Eshâb-ı Çiftlikât (Çiftlik Sahibi)” veya sadece
“bey” denmekteydi. Beylerin kökeni ortaçağa kadar uzanmaktaydı. Osmanlılar
bölgeyi fethettiklerinde bu yapı küçük değişikliklerle devam etti46. XIX.
yüzyıla gelindiğinde Bosna topraklarının % 80’i bu beyler tarafından kontrol
ediliyordu47. Merkezin reformları gerçekleştirmek için verdiği olağanüstü
çabaya rağmen, onlar geçmişteki ayrıcalıklarını kaybetmek istemiyorlardı48.
Büyük çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşan çiftçilere ise “kmet” adı verilmekteydi.
Kmetler çiftlik sahiplerinin topraklarında kiracı olarak yaşar, toprağın
verimine göre ürünün üçte birini çiftlik sahiplerine verirlerdi. Fakat
çiftçi-bey ilişkisi daima şikâyet konusu olmaktaydı. Çiftçiler;
1- Çiftlik sahiplerinin bazı yerlerde ürünün üçte birini değil yarısını
aldıklarını,
2- Hayvanlarından beğendiklerini çok düşük fiyata aldıklarını,
3- Çiftlik sahiplerinin daha fazla kâr elde edebilmek için çiftliğini fahiş
bedel ile mültezimlere verdiklerini,
4- Mültezimlerin kâr maksadıyla mevcut vergiler haricinde halktan
daha fazla para talep ettiklerini,
5- Çiftçileri rencide edici davranışlarda bulunduklarını, iddia etmişlerdir.
İstanbul’da çiftçilerin şikâyetlerini haklı bulmaktaydı49. Ancak XIX.
yüzyılın ilk yarısında masum insanî istekler olarak görülen ve çözülmesi
için çaba sarf edilen bu mesele, yüzyılın ikinci yarısında tamamen milliyetçi
amaçlar için kullanılmıştır.
c- Vergi Meselesi
Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda uğraştığı başlıca problemlerden birisi
de vergilerdi. Vergi oranları ve toplanması daima büyük bir meseleydi.
Tanzimat Fermanı’nın büyük bölümünün de bu konuya ayrılması sebepsiz
değildir. Ancak bu hususta istenilen başarının sağlandığı, verimli bir vergi
toplama sistemine geçildiğini iddia etmek zordur. Bosna Hersek vergi problemlerinin
en ağır yaşandığı bölgelerden biriydi. 1918’de Şark Meselesi’ne
dair bir eser kaleme alan Marriott, Bosnalı çiftçileri “çekiç ve örs arasında
kalmış zavallı insanlar” olarak niteler. O, reayayı isyâna sürükleyen temel sorunun
milliyetçilikten ziyade, devlet memurları ve yerel toprak sahiplerine
karşı malî yükümlülükler ile ilgili olduğunu belirtir50.
Bosna Hersek’te vergi tahsili konusunda karşılaşılan en önemli problemler
şunlardır51:
1- Angarya yükümlülüğü ile ilgili problemler
2- Üçleme tahsilâtından kaynaklanan problemler.
3- Mültezimlerden kaynaklanan problemler.
4- Sağlıklı olarak gerçekleştirilemeyen sayımlar kazalar arasında vergi
dengesizliğine neden olmuştur. Bir kaza halkı sayıma razı olursa vergi
vermiş, aksine sayıma direnen kazalar için sık sık vergi afları getirilmiştir.
Bu durum doğal olarak eşitsizliğe yol açmıştır. Vergi vermemek veya sayım
yaptırmamak neredeyse devlet tarafından ödüllendirilen bir tavır olmasının
ortaya çıkardığı problemler.
5- Vergilerin zamanında toplanamamasından kaynaklanan vergi bakayaları
ile ilgili problemler.
6- Vergilerin toplanma işinin yerel idarecilere havale edilmesinden kaynaklanan
problemler.
d- Yerel Memurların Tutumu
Tanzimat ve Islâhat Fermanları’nda memurlarla halkın ilişkilerine dair
kuvvetli vurgular yapılmış, bundan sonra devletin bu konuda daha dikkatli
davranacağı taahhüt edilmiştir. Ancak devletin yaptığı birçok iyi niyetli
teşebbüs maalesef sonuçsuz kalmıştır. Bu dönemdeki temel sorun kanunlardan
değil, yerel memurların tutumlarından kaynaklanmıştır. 1860’ların
başında İngiltere’nin Bosna Konsolosu Holmes kendi dışişlerini bölgedeki
isyân hareketleri konusunda bilgilendirirken, isyân nedenleri arasında dış
kışkırtmalar kadar yerel memurların tutumlarının da etkili olduğunu belirtmiştir52.
Mesela 1857 isyânı sırasında Hıristiyan halkın şikâyet konularından
biri de küçük kasaba yöneticileri olan müdürlerdi53.
Hıristiyanların şikâyetçi olduğu diğer bir zümre ise bizzat güvenliği
sağlamakla görevli zaptiyelerdi. Onlara göre, zaptiyeler köylülerden zorla
para almakta, gereksiz yere baskıda bulunmaktaydı54.
En büyük şikâyet konusu ise mültezimlerin tavırlarıydı55. Özellikle, İz-
vornik reayası isyân etmelerine neden olarak, mültezimlerin tutumunu göstermişlerdir56.
Mültezimlerle ilgili, Hıristiyanlar tarafından sunulan şikâyet
dilekçelerinde “... virgü ve iâne-i askeriye ve sâire 1.200 guruş itmektedir. Edâ idemeyeni
dürlü dürlü ezâ ve cefâlar bazılarını darb ve bazılarını tavanlara çıkarub saman ve
gübre ile duş ideyorlar. Dul hatunlar ki hiçbir şeye mâlik değillerdir. Bi-hak bir şey alınamayacak
iken senesinden evvel şiddetle defterinde hayvanlar ağıl içine geçildiği gibi
his olunmakta ve bazen hamile hatunlar ayakla darb olunup böyle hatunların vefatı
vuku bulmaktadır. Bu suretle bile bazılarının bir şeylerini bırakmayup hatunları dahi
bu yüzden itlâf eylediklerinden ayağına giyecek çarıklarını ağaçtan yaptırmağa bi’ttabi
mecbûr olub kendi çocuklarını satmak derecelerine gelmiştir. Üçlemeci, öşürcü, subaşı,
bölükbaşı ve pandorları dahi istedikleri gibi meccânen idare it‘âm idiyorlar...” gibi öyle
dokunaklı cümleler vardır ki, okuyucu inanmakta güçlük çekmektedir57. Yukarıdaki
ifadelerden de anlaşılacağı gibi birkaç münferit hadise sanki genel
bir uygulama olarak sunulmuş ve halk tahrik edilmiştir. Bu tür iddialar çoğu
zaman Sırbistan’daki gazeteler tarafından hazırlanıp, Bosna reayasına ayaklandırmak
için o bölgelere gönderilmiştir. Çoğu iddiada bölge ve kişi isimleri
geçmemiş, genel ifadeler kullanılmıştır. Halbuki, gerçek yolsuzluklar
söz konusu olduğu zaman, hem yer hem de kişi adları açıkça belirtilmiştir.
Ancak yukarıdaki şikâyet konularından da anlaşılacağı gibi gayrimüslim kitleler,
adeta devleti temsil eden bütün güçlerden şikâyetçidirler. Bunun anlamı
bölgede devlet otoritesini reddetmektir. İstanbul’daki hükümet bölgede
bir takım problemler olduğunu kabul etmiş ve bunları gidermek için çoğu
zaman Müslümanları dahi rencide edecek tedbirleri almaktan çekinmemiştir.
Ne var ki, meseleler Hıristiyanların iddia ettiği boyutta da değildir.
Hatta çoğunun gerçekle bir ilgisinin olmadığı, tarafların hazır bulunduğu,
tarafsız mahkemelerde belgeleriyle ispat dahi edilmiştir58. Şikâyet konuları
Panslavistler tarafından belirlenerek kiliseler59, gazeteler, dergiler ve yurt dışında
öğrenim gören kimseler tarafından halkın kafasına sokulan şeylerdir.
Şikâyetler silsilesi aynı şekilde Avusturya Macaristan idaresi zamanında da
devam edecek ve Yugoslavya kurulana kadar sürecektir.
e- Rum Kökenli Din Adamlarından Duyulan Rahatsızlık
Bosna Hersek’te Hıristiyan zümrenin büyük çoğunluğunu oluşturan
Ortodokslar, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlıydılar. Tanzimat’ın
ilanının ardından istiklâllerini elde etmek için çaba sarfeden her millet kendi
bağımsız kilisesini kurmayı amaçlıyordu60. Halk İstanbul’dan gönderilen
din adamlarını bir nevi Türk casusu olarak gördüklerinden, bu kimseleri
istemiyorlardı. Bu nedenle bizzat din adamlarıyla ilgili şikayetler başlıca mesele
oluşturuyordu.
Bosna’da papazlar daha çok yerli halktan oluşurken, piskoposlar ve
yüksek din bürokrasisi Rumlar’dan oluşuyordu. Bosnalı Ortodokslar millî
menfaatleri gereği, hali hazırda müstakil bir kilise kurmak için çabalıyorlardı61.
Gerçekten de 1857-59 aralığında isyanı idare edenlerin büyük çoğunluğunun
papazlar olduğu dikkate alındığında, Ortodokslar’ın bu konuya
neden bu kadar ehemmiyet verdikleri ortaya çıkar. Çünkü, isyanların örgütlenmesi,
sevk ve idaresinde en önemli merkezlerden biri kiliselerdi. Papazlar
her türlü istiklâl davasında çok önemli rol oynuyor, ancak İstanbul’a
bağlı kaldıkları müddetçe diledikleri gibi hareket edemiyorlardı. Onları bu
durumdan kurtarmanın yolu, sürekli şikâyetlerle yıpratmak ve çözüm için
Sırbistan veya Rusya’yı devreye sokmaktı. Planın Rusya tarafından hazırlandığı,
Bulgaristan gibi benzer yerlerde de aynı isteğin açıkça dile getirilmesinden
anlaşılmaktadır62. Bosna’da Rus planı uzun süredir yürürlükteydi.
Ancak fiili mücadele Sırbistan aracılığıyla yürütülüyordu. Bu konudaki
şikâyetler özellikle kargaşa döneminde tekrarlanmaktaydı. Mesela daha
önce 1849 İsyanı öncesinde de benzer propagandalara sahne olunmuştu.
Sırbistan’da yayınlanan Sırp Haberleri Gazetesi’nde konuya geniş yer ayrılmıştı.
Gazeteye göre, “Bosna’daki reâya Müslümanlar kadar Rum patriği tarafından
da zulme ve baskıya maruz kalmaktadır. 1,5 yıl önce Ortodoks temsilciler şikâyet için
İstanbul’a gitmişler, ancak bir sonuç elde edemeden dönmüşlerdir. Şikâyetçiler Travnik’e
döndüklerinde hapse atılmış, bazıları orada ölmüş, bazıları da serbest kaldıktan sonra
Patrik tarafından öldürtülmüştür. Yine geçen yıl kutsal günlerde bazı rahipler reâyadan
200-300 kuruş toplamak istemiş63, parayı veremeyen fakirler Travnik’e getirilerek patriğin
gözü önünde falakaya yatırılmıştır. Bunların bir kısmı valiye teslim edilerek hapse
atılmıştır. Bu durum Hıristiyan milleti için rezalet ve yüz kızartıcı bir haldir. Patrik ise
dışarıya melek gibi bir görünüm sergilemektedir. Oysa şeytanın kendisidir. Zaten patrik
Slav değil Rum’dur ve özellikle Slavları yok etmek için görevlendirilmiştir.64. Gazete
haberinden de anlaşılacağı gibi açık bir Slav milliyetçiliği söz konusudur.
Fakat Ortodoks Kilisesi’nde makamlar para ile elde edildiği için, makamında
kalmak ya da daha üst bir makama yükselmek isteyen bir din adamı,
arzusuna kavuşmak için halktan yüklü miktarlarda para topluyordu. Dinî
makamların para ile alınıp satılması hadisesi bazı Batılı yazarların gözünden
de kaçmamıştır65.
f- Din Adamlarının Etkisi
Sırp Ortodoks inancı dinî bir inanç alanı olmaktan ziyade, milliyetçi
bir inanç alanı olarak gelişmiş ve günümüze kadar da aynı çizgiyi korumuştur.
Sırp Ortodoks Kilisesi, halka bir taraftan millî düşünceler aşılarken, öte
taraftan da üstünlük bilinci aşılamıştır. Sırplar o kadar ileri gitmişlerdir ki,
Sırplar’ın cenneti mavidir; o cennette Sırp Tanrısı hüküm sürer: melek Sırplar onun
etrafında oturur ve onların Sırp Tanrısına hizmet ederler” demekte bir sakınca görmemişlerdir.
Bosna Hersek’te de Ortodoks din adamları, Osmanlı Devleti’nin
kendilerine sağladığı serbestlik ortamından istifade ederek, millî meselelerin
takipçisi olmuşlar ve Ortodoks halka milliyetçi düşünceler aşılamışlar, bir çok
ayaklanmaya önderlik etmişlerdir. Kilise ve din adamları daha XVI. yüzyıldan
itibaren aktif biçimde milliyetçi hareketlere katılmışlardır. Toplumsal bilincin
oluşması için savaşmaktan da çekinmemişlerdir. XIX. yüzyılda bölgeyi gezen
seyyahlar, Ortodoks rahiplerin aynı zamanda birer savaşçı olduklarını ve onların
savaşçılıklarına dair bir çok hikaye işittiklerini yazmışlardır. 1857-59 isyanı
sırasında da aşağıda belirtildiği gibi, birçok din adamı isyancılara komutanlık
yapmıştır. İsyanla mücadele özellikle din adamları nedeniyle zora girmiş,
zaafa uğramıştır. Din adamlarına gösterilen müsamaha ve ayrıcalıklı tutum
Osmanlı Devleti’ne pahalıya mal olmuştur66.
g- Müslüman Halkın Hoşnutsuzlu¤u
Müslüman halkın isyânla doğrudan bir ilgisi yoktur. Müslümanlar olayları
sessizce, ancak acıyla izlemişlerdir. Ömer Paşa Latas’ın 1850-1851’de
Bosna’da gerçekleştirdiği askerî harekâtta beyler bir daha eski güçlerine
kavuşamayacak şekilde ezilmişlerdir67. Bosnalı beyler kendileri olmazsa Osmanlı
hâkimiyetinin bölgede uzun sürmeyeceğine inanmaktaydılar. Bu yüzden
İstanbul’un kendilerini neden bu derece ağır cezalandırdığına anlam
verememişlerdir. 1857’de başlayan kargaşa biraz da onlara haklılıklarını
göstermiştir. Beylerin baskısından kurtulan Hıristiyanlar her yerde devlete
kafa tutmaya başlamışlardı. O dönemde Mostarlı Hasan Ağa’nın düşünceleri,
Bosnalı Müslüman beylerin hislerine çok güzel tercüman olur. O hislerini,
Valaklar (Ortodoks Hıristiyanlar) artık arsızlaştılar. Geniş kuşaklar bağlıyorlar
ve kendi adlarına mühürlü yüzükler yaptırıyorlar. Geçen hafta çiftliğime gidiyordum,
yolda tütün satıcısı Kosta ile karşılaştım. Zannedersin ki, kaba adam, adet olduğu gibi
atından inip benim geçmemi bekleyecek. Nerede. Herif bütün küstahlığıyla yanımdan
geçti, bana da üstün körü bir selam verdi. Bunun sonu nereye varacak? Bosna’daki felaketlerin
tek nedeni var; Türk Paşalar Bosna Sipahilerinin İslâm’ın kılıçları olduğunu
unuttular. Ne adamlar doğdu bu topraklarda. Büyük Köprülü ve diğer sadrazamlar
Hüsrev ve Recep, imparatorluğun kurtarıcısı Murad Paşa ve sonra Mehmed Sokollu
hepsi Bosna’nın evlatlarıydı. Buna rağmen bizi feda ediyorlar. Şimdi reaya Moskoflarla,
Sırplarla ve Karadağlılarla komplo çeviriyorlar. Ama beylerin hiç gücü yok ve yok
oluyorlar. Kendilerine yardım edemezken İstanbul’daki Sultan’a nasıl yardım etsinler.
Dişleri sökülmüş bir köpekten sürüyü kurtlara karşı koruması beklenilir?” sözleriyle
ifade etmiştir68.
Müslümanlar, kendilerini gerçek Müslüman ve Türkler olarak nitelerken,
İstanbul’dan gelen memurları “gâvur” olarak görmekteydiler.
İstanbul’dan gelen paşalara karşı güvensizlik o kadar büyüktü ki, dönemin
Bosna Valisi Kani Paşa’nın elini öpen küçük bir kıza annesi “Neden bir
gâvurun elini öpüyorsun” diyecek kadar ileri gidilebiliyordu. Onlar, Sultan’ın
Paşalar tarafından kandırıldığına, bu nedenle kendileri cezalandırılırken
Hıristiyanların şımartıldığına inanıyorlardı69.
B- İSYÂNIN BAŞLAMASI
1- İzvornik Sancağı’nda Meydana Gelen Olaylar
İzvornik Kazası’nda bazı Hıristiyan çiftçiler, “iâne-i askeriye bedeli” ve
üçleme” vergisini ödemeye güçlerinin yetmediği iddiasıyla ayaklanarak, 1
Mayıs 1857’de 300-400 kişilik bir kuvvetle kaza merkezini tehdide başlamışlardır.
Bunun üzerine kaza ileri gelenlerinden oluşan bir heyet asîlerle
görüşerek, isyândan vazgeçmelerini istemiştir. Nasihatçiler, isyâncıların
kazaya girmesine müsaade edilmeyeceğini, fakat aralarından 20-30 kişinin
kazaya gelmesine izin verileceğini, gelenlerin sorunlarını kaza meclisi üyelerine
anlatabileceklerini, eğer ikna olmazlarsa Saraybosna, hatta İstanbul’a
dahi gidebileceklerini belirtmişlerdir. Ancak asîler bu teklifi reddetmiştir70.
İsyâncılar bir süre sonra daha radikal isteklerde bulunmaya başlamışlardır.
Evvela müdürlerinin azledilmesini, ardından İzvornik Kaza Meclisi azalarından
bazılarının tutuklanmasını istemişler, istediklerinin gerçekleşmemesi
halinde Tuzla’ya yürüyeceklerini belirtmişlerdir. Kaza Kaymakamı Mehmed
Nureddin de isyânın vergi problemlerinden kaynaklandığını doğrulamıştır.
Ona göre, düzgün vergi ödemeye alışmamış olan çiftçiler, İzvornik
Kaza müdürü vergileri tam zamanında toplayınca bu durumdan rahatsız
olmuşlardır71.
Olayların boyutu daha tam anlaşılmadan Fransa’nın bölgedeki konsolosu,
meselenin uluslararası alana çekilmesi için ilk raporları İstanbul’daki başkonsolosuna
göndermiştir. İlgili raporun başlangıcı, raporun kaleme alınma
zihniyetini çok güzel göstermektedir. Rapor, “Dersaâdet’den gayet baid olan işbu
şehirde derkâr olan sû-i idâreyi ve gerek valinin hareket-i nâ-marziyyesi cihetiyle Bosna
Eyâleti’nin her bir kaza ve karyesinde bulunan me’mûrînin uygunsuzluklarını sefâret-i
imparatoriyeye def‘aâtle beyân itmişidim.” cümleleriyle başlamıştır. Cümleden de
anlaşılacağı gibi konsolos vekili, Bosna’daki tüm idarecileri ayrım gözetmeksizin
suçlamaktadır. O, Osmanlı vergi memurlarının hareketlerini dayanılmaz
olarak niteledikten sonra, vergi toplama yöntemlerinin halkı bezdirdiğini
ve devlete küstürdüğünü ifade eder. Ona göre sırf bu yüzden Derbend
Kazası’ndan çok sayıda kişi evlerini terk etmek üzereyken, kaza müdürünün
gönderdiği askerlerin baskısı sonucu düşüncelerini eyleme dökememişlerdir. Benzer şekilde Biyelina Kazası’na bağlı 60 köyün kocabaşısı bir Ortodoks
Kilisesi’nde toplanarak, valiye şikâyetlerini bildirmek üzere içlerinden
altı kocabaşıyı görevlendirmişlerdir. Konsolos vekili, Bosna Valisi Mehmed
Reşîd Paşa’nın Recai adlı bir Boşnak ve Basoroviç adlı bir Ortodoks tüccarı
olayları incelemek üzere görevlendirdiğini, ancak bu iki şahsın bölgeye gönderilebilecek
en kötü insanlar olduğunu, Recai Bey’in Hıristiyan düşmanı,
Basoroviç’in ise menfaati için her şeyi yapabilecek bir kişi olduğunu iddia
etmiştir. Konsolos vekili bu kişiler sayesinde Hıristiyanlar’ın sorunlarını üst
makamlara gereği gibi aktaramadıklarını iddia ederek, bu kişilerin görevlerine
derhal son verilmesini istemiştir. O, Hıristiyanlar’ın sorunlarının devletin
üst makamlarındaki kimseler tarafından yeterince dikkate alınmadığı için
onların isyân ettiğine inanmaktadır. Konsolos vekili, yukarıda isyâna neden
olduğunu düşündüğü etkenlerin dışında, Hıristiyan halkı isyâna teşvik eden
odakların kimler olduğu bilgisini de raporuna yazmıştır. Ona göre, halkı devlete
baş kaldırması için cesaretlendirenler Avusturyalı casuslar, Ortodoks ve
Katolik papazlardır. Bunlardan Tevskiç adlı Ortodoks Papaz, köy köy dolaşarak
halkı isyâna katılmaları için teşvik etmiş, İzvornik’te bulunan Ortodoks
piskopos ise Hıristiyanları isyâna davet etmiştir72.
12 Mayıs’ta İzvornik, Tuzla, Biyelina, Maglay, Berçe, Aziziye-i Zîr ve
Bâlâ, ve Breçka Kazaları Hıristiyanları 250 kişilik bir silahlı grupla, Tuzla
Kazası’nı ablukaya almışlardır. İzvornik Kaymakamı Mehmed Nureddin,
daha evvel yaptığı gibi isyâncılar üzerine asker göndermek yerine, isyânı nasihat
ve din adamlarını kullanarak sona erdirmeye çalışmıştır. Hatta asîlere
karşı oldukça uzlaşmacı bir tavır takınmış, her gruptan 20-30 kişiyi kabul etmeyi
ve sorunlarını içeren dilekçeler almaya söz vermiş, asîlerin istemediği
müdürlerin değiştirilmesi için de merkezden talepte bulunmuştur. Ancak,
isyâncıların uzlaşmaz tutumu onun çabalarını boşa çıkarmıştır. O, 12 Mayıs
tarihli raporunda isyânın dış kaynağına dikkati çekmiş, İzvornik Kazası köylerinden
ileri gelen beş altı kişinin Sırbistan’a gittiğini ve onların dönüşü ile
isyânın başladığını, kendi çabaları ile ayaklanmanın üstesinden gelinemeyeceğini
ve silahlı çatışmanın kaçınılmaz olabileceğini ifade etmiştir73.
Asîlerin İzvornik ve Banaluka’daki tavırlarına ve hareketlerine bakıldığında,
asîlerin hareket tarzı şöyledir:
1- Bir iki gece içinde ani olarak, kalabalık gruplarla belli başlı kaza
merkezlerinin etrafını sarma,
2- Panik havasının oluşması için kazanın içinde bulunduğu tehlikeyi
oradaki yerel idarecilere bildirme,
3- Kendilerine karşı bir askerî müdahaleyi önlemek için, devletle bir
problemleri olmadığı, şikâyetçi oldukları zümrenin yerel idareciler olduğunu
belirtme74,
4- Sözde sorun teşkil eden idarecilerin görevden alınmasını isteme,
5- İane-i askeriye ve üçleme vergisini ödemeye güçlerinin yetmediği
için bu vergilerden muafiyet talebi,
6- Kendilerine verilen cevapların isteklerini karşılamakta yetersiz kaldığı
bahanesi ile daha üst makamlara zorla kendilerini dinletecekleri tehdidi,
7- Ana geçit noktalarını tutmak,
8- Vur kaç eylemleri ile askerî zayiatı artırmak,
9- Zayıf askerî noktalara saldırıp imha etmek,
10- Halk üzerinde baskı kurup isyâna teşvik etmek.
Tüm isyâncı grupların yukarıdaki eylem tarzını benimsemeleri, onların
tek elden yönetildiğini açıkça göstermektedir. Bosna Valisi Mehmed Reşid
Paşa da aynı kanaattedir75.
13 Mayıs’ta Banaluka Sancağı Kaymakamı Adem Bey, Maglaylılar’dan
oluşan bir kalabalık teşekkül ettiğini haber almıştır. Kaymakam cesurca bir
hareketle derhal onların toplandığı bölgeye gitmiş, asîlerle görüşmüş ve dağılmalarını
sağlamıştır76. Ancak aynı tarihte bu kez Srebreniçe Kazası Hıristiyanlarının
isyâna dahil olduğu haberi alınmıştır77.
15 Mayıs’ta 2.000 kişilik bir asî grubu Tuzla Kazası’na beş dakika mesafede
bulunan Ova denilen yerde toplanmışlardır. Bu gelişme karşısında İzvornik Kaymakamı
Mehmed Nureddin, yanına sancaktaki idareciler, din adamları, askerî
erkân ve Bosna Valisi’nin özel müfettişi Hafız Salih Recai’yi alarak asîlerle görüşmeye
gitmiştir. Görüşmede asîlere neden isyân ettikleri sorulmuştur. Asîler
hareketlerine gerekçe olarak başta iane-i askeriye ve üçleme olmak üzere vergilerin
ağırlığını, mültezimlerin kötü davranışlarını göstermişlerdir. Amaçlarının
içlerinden yedi sekiz kişiyi seçerek doğrudan İstanbul’a göndermek olduğunu
belirtmişlerdir. Mehmed Nureddin asîlere yaptıklarının yanlış olduğuna dair
uzun bir nasihat çekmiş, ardından her türlü baskının ortadan kaldırılacağına
dair söz vermiş, her kazadan problemlerini anlatmak üzere beşer kişinin seçilerek
gönderilmesini ve nihayet herkesin sorun çıkarmadan evlerine dönmelerini
istemiştir. Bunun üzerine İzvornik’e bağlı altı kazanın reayası içlerinden beşer
kişi seçerek dağılmışlar, bu 30 kişinin İzvornik’e gelerek, kaza metropolitinin konağında
bir toplantı yapılmasına karar verilmiştir78. 17 Mayıs’ta gerçekleşen toplantıda
temsilciler isteklerini 17 madde halinde yetkili mercilere sunmuşlardır.
Sunulan layıhada, isyân etmelerine neden olduğunu iddia ettikleri aksaklıkların
büyük çoğunluğunun; müdürler, zaptiyeler, toprak sahipleri ve mültezimler gibi
kimselerin yaptıkları kişisel hatlardan kaynaklandığı görülmüştür79.
Olayların ciddi boyutlara ulaşmasına rağmen, idareciler arasında bir
fikir birliği yoktur. Her birim elindeki bilgiye göre isyâna yaklaşmış ve ona
göre değerlendirmede bulunmuştur. Mesela Bosna Valisi Mehmed Reşid
Paşa askerî müdahalenin isyâncılar tarafından istismar edilerek olayların
daha da büyüyeceğini, heyecana kapılmış kitlelerin sakinleştirilmesinin
önemli olduğunu, Maglay’da durumun sakinleştiğini, diğer yerlerde de aynı
çalışmaların devam ettiğini belirtmiştir. Vali, elindeki kuvvetlerin yeterli olmadığını,
bölgedeki kuvvetlerin ya yedek kuvvetler ya da asker kaçaklarından
müteşekkil olduğuna dikkat çekmiş, düzenli taburların ise yerlerinden
oynatılmasının güvenlik nedeniyle mümkün olmadığını, öncelikle olayların
araştırılması için Rumeli Ordusu’ndan Birinci Nizamiye Süvari Alay Kaymakamı
Reşid Bey ve kâtibi Vehbi Efendi’nin özel görevle Bosna’ya gönderilmesini
istemiştir. Ona göre, ayaklanmanın nedeni, onlarca yıldır çözülmeden
birikmiş problemlerdir. Bu problemlerin kaynakları araştırılmalı ve
isyân sakinleştikten sonra ıslahat çalışmalarına başlanmalıdır80. Valinin düşüncelerinin
tersine, İzvornik Sancak Meclisi yaptığı toplantıda idarî olarak
yapılan çalışmalarla isyânın yatışmayacağı kararına vararak, sancağa çok
acil asker gönderilmesini istemiştir81.
Bosna Meclis-i Kebiri, 10 Haziran 1857 tarihli toplantısında eyalette
meydana gelen olayları tüm teferruatı ile değerlendirmiştir. Meclis, aşağıda
belirtilen dört temel hususta oldukça önemli tespitlerde bulunmuş ve isteklerini
merkeze bildirmiştir82.
1- Olayların nedenleri çeşitli kademelerdeki kamu görevlilerinin kişisel
hatalarından kaynaklanmıştır. Sorunun ortadan kaldırılabilmesi için memurlar
hata yaptıklarında, sadece onları azletmek yeterli olmamaktadır. Bu
nedenle memurlar hataları karşılığında cezalandırılabilmelidirler.
2- Asî temsilcilerinin istediği gibi üçlemenin kaldırılması söz konusu
olamaz. Böyle bir durumda Müslümanlar kendilerini haksızlığa uğramış
hissedeceklerdir. Ayrıca Hıristiyan nüfus karşısında azınlıkta bulunan Müslümanları
incitmek bölgede daha büyük problemlerin meydana gelmesine
neden olabilecektir. Her şeyden evvel bir Müslüman-Hıristiyan çatışması
gündeme gelebilir. Bu nedenle halkı tahrik eden kimselerin tutuklanmaları
için izin verilmelidir.
3- İsyânın Banaluka ve Bihke Sancakları’na da sıçrama ihtimali vardır.
Bu nedenle asker sayısı derhal artırılmalıdır.
4- İsyanın dış kaynakları ortadan kaldırılmalıdır. Özellikle Sırbistan’ın,
halkı isyâna teşvik etmek için gerçekleştirdiği yayınlar oldukça tehlikelidir.
Bu yayınların Bosna’ya girmesine engel olunmalıdır.
Bosna Valisi, 30 Haziran 1857 tarihli raporunda, isyânın büyük ölçüde
bastırıldığını belirtmiştir. Böylece Haziran sonuna gelindiğinde yerel memurların
çabasıyla isyân teşebbüsü kan dökülmeden bastırılmıştır. Ancak,
isyânın İzvornik’te başlaması tesadüf değildir. Zira isyâncılar önce Banaluka
ve Bihke’de isyân çıkarmak istemişler, fakat oralarda birer tabur asker
olduğundan isyân askerî açıdan zayıf olan İzvornik’te patlak vermiştir. Bu
nedenle vali bölgede tesis edilen huzurun devamı için iki üç tabur askerin
acilen Bosna’ya gönderilmesini istemiştir83.
Temmuz başlarında asîlerin şikâyetlerini görüşmek üzere olağanüstü
bir geçici mahkeme tesis edilmiştir. Asî temsilcilerinden oluşan 50 kişilik bir
grup da davacı olarak bu mahkemeye katılmıştır. Asîler, çiftlik sisteminin ilga
edilmesini ve Müslümanların elindeki silahların toplanmasını istemişlerdir84.
Bu son derece zekice bir istektir. Zira bu istek, tarih boyunca Müslümanları
yaşadıkları bölgelerden arındırmanın temelini oluşmuştur. Müslümanlar
silahsızlandırılmışlar, hâlbuki karşısında yer alan kuvvetler her durumda istedikleri
kadar silah bulabilmişlerdir. Son Bosna Savaşı’nda da durum değişmemiştir.
Sözde, savaşan tarafların tamamına ambargo uygulanmış, ancak
Boşnak’lar içecek su bulamazken Sırplar ve Hırvatlar istedikleri kadar silah
bulabilmişlerdir. Savaş onbinlerce Boşnağın katledilmesiyle sonuçlanmıştır.
İşte bu süreç Bosna’da 1857’lerde başlatılmak istenmiştir. Hıristiyan temsilcilerin
istekleri onların nihaî hedeflerini açıkça ele vermiştir.
İsyânın sona erdirilmesine dair eyalet idaresi tarafından yapılan çalışmalar
tüm hızıyla sürerken, yabancı misyon şefleri de yavaş yavaş meseleye
dahil olmaya başlamışlardır. Fransa Konsolosu’nun asîlerin avukatlığına
soyunmasının ardından, Avusturya Elçisi de, “Bosna’da durumun düzelmemesi
halinde Hıristiyanların kendi memleketine iltica edeceğini” iddia ederek, asîler lehine
arabuluculuk yapmaya kalkışmıştır. Elçi, asî isteklerinin kabul edilmesi
için İstanbul’un, Bosna Valisi’ne baskı yapmasını istemiştir85. Bu tavra İngi-
liz Konsolusu da katılmıştır. O da İstanbul’a gönderdiği raporda, Bosna’da
Hıristiyanların durumlarının düzeltilmesi için merkezin gerekli adımları atmasını
talep etmiştir86.
1857 Eylül’ünde bölgede gelişen olayları değerlendiren Meclis-i Vâlâ,
gelişmelerin fazla büyümeden sona erdirilmesinden dolayı memnuniyetini
dile getirmiştir. Ayrıca bölgedeki ıslahatların gerçekleştirilebilmesi için
Bosna Valisi’nin talep ettiği üç tabur askerin bölgeye gönderilmesini uygun
bulmuştur87. Fakat konuyu görüşmek üzere daha sonra toplanan Meclis-i
Mahsus, bu askerlere gerek olmadığına karar vermiştir88.
2- Banaluka Sancağı’nda Meydana Gelen Olaylar
Banaluka Sancağı’nda Hıristiyan halkın isyânına dair ilk haberler 12
Mayıs 1857’de alınmıştır. Banaluka Sancağı Hıristiyanları da iâne-i askeriye
ve üçleme vergisinin fazlalığından şikâyetle isyân etmişlerdir89.
9 Haziran’da alınan bilgiye göre, Mayıs sonlarında Banaluka köylerinden
Zinçine sakinleri, mültezimleri Hacı Süleyman’dan baskı gördükleri
gerekçesi ile 60-70 kişilik bir grupla Brod’daki Avusturya sınırına gelmişler
ve Avusturya’dan iltica talebinde bulunmuşlardır. Bu sırada olayı haber alan
Derbend Kaza Müdürü Reşid Bey bölgeye gelmiş, nazik tavırları ile köylüleri
etkilemiş, köylülerle konuşarak geri dönmelerini sağlamış ve böylece
bölgedeki ilk huzursuzluk bu şekilde bertaraf edilmiştir90. Banaluka’daki
ayaklanmanın fazla büyümeden sona ermesinde, orada bir tabur nizamiye
askerinin varlığı etkili olmuştur91.
3-Hersek Sancağı’nda Meydana Gelen Olaylar
Hersek’in kritik öneminin farkında olan eyalet idaresi, daha İzvornik
isyânı sırasında bölgedeki gelişmeleri kontrol altına alabilmek ve sorunları
araştırmak üzere geçici bir meclis (Meclis-i Muvakkat) kurmuştur. Meclis,
çalışmalarına 7 Eylül 1857’de başlamıştır. Fakat meclis daha kurulur kurulmaz,
bölgedeki Rus Konsolosu, Meclis Başkanı Agâh Efendi hakkındaki
hoşnutsuzluğunu içeren bir raporu İstanbul’a göndermiştir. Konsolos, Agâh
Efendi’nin olayları araştırmak yerine, bizzat problemlere konu olan şahıslarla
işbirliği içine girerek, Hıristiyan halk aleyhine faaliyetlere giriştiğini iddia
etmiştir92. Fakat daha sonra bölgede çıkan isyân sırasında en fazla yararlık
gösteren idarecilerden biri Agâh Efendi olacaktır. Doğal olarak böyle işe
yarar bir memurun bölgede bulunması Rus Konsolosunu fazlasıyla rahatsız
etmiştir.
Hersek’teki isyân hazırlıklarıyla ilgili ilk haber, 8 Aralık 1857’de Rumeli
Ordu Komutanı İsmail Hakkı Paşa tarafından merkeze gönderilmiştir.
Paşa raporunda; kış ortasına rastlayan “Savin Dan” denilen günde Karadağ
ve Sırpların kendi sınırlarındaki Bosna topraklarına büyük bir saldırı
başlatmak üzere karar aldıklarını belirtmiştir. Ancak o, böyle bir saldırıyı
pek mümkün görmemiştir. Bununla birlikte, Karadağlılar’ın zaman zaman
Hersek’e yönelik saldırılarını göz önüne almış ve Bosna Hersek bölge komutanı
Ferik Salih Paşa’yı gizlice uyarmıştır. Paşa, İstanbul’un da bölgedeki
Müslümanlara gizli bir irade göndererek, güvenilir Müslüman ileri gelenlerin
örgütlenmesini ve herhangi bir saldırı halinde toprakların korunması
için topyekûn harekete geçilmesini istemiştir93.
İsmail Paşa’nın raporunun ardından, isyânla ilgili bilgi akışı çok hızlı
ve ayrıntılı bir biçimde gelmeye başlamıştır. 11 Aralık’ta, Derbenak ve Piva
civarında bazı isyâncıların Piva Müdür Vekili Hamid Ağa’nın oğlu, damadı,
beş koruması ve 11 askeri öldürüp kaçtıkları haberi alınmıştır. Olaylar
karşısında yerel idarenin tepkisi çok hızlı olmuş, nahiyenin bağlı bulunduğu
Gaçka’dan isyâncılar üzerine derhal bir kuvvet gönderilmiştir94.
11 Aralık’ta benzer bir saldırı haberi de Trebin’den gelmiştir. Trebin’e
bağlı Şuma Nahiyesi’nde bulunan manastır Zupçeli Lofa’ya bağlı 200 eşkıyâ
tarafından ele geçirilmiştir. İsyâncılar ilerleyerek Trebin Kalesi’ne yarım
saat mesafede Drazin Köyü’ne gelmişler, bölgede köylülerle çıkan çatışma
sonucu üç köylü ölmüş, altısı yaralanmıştır. Çatışmada üç de eşkıyâ öldürülmüştür.
Faaliyetlerini artıran asîler bu kez 1.000 kişilik bir grupla Benan
Nahiyesi’ne saldırmıştır. Ardından Grahovalı Antor 400 kişilik bir isyâncı
grupla Karadağ sınırını geçerek Zupçe Nahiyesi’ne yönelmiştir95.
Yine 11 Aralık tarihli bilgilere göre, 500 kişiyi aşkın Karadağlı bir başka
grup Derbenak bölgesindeki sınırdan içeri girmiş ve askerî mevzilere saldırmıştır96.
Aynı gün bu kez Sırbistan’da teftiş göreviyle bulunan Kaymakam
Mustafa Edib Bey’den başka bir rapor merkeze ulaşmıştır. Rapora göre, 1
Aralık’ta Sırbistan’ın Bosna sınırında yer alan Bolukça kocabaşısının evinde
12.000 deste fişek, 300 tüfek ve 700 taş (misket) ele geçirilmiştir97. Olaylardan
cesaret alan Gradacac’ın Hıristiyan halkı da silahlanmışlar ve çiftlik
sahiplerine ait üçleme hisselerini vermemişler, dahası “Birkaç gün içinde ne
olacağını göreceksiniz” tarzında sözlerle Müslümanları açıkça tehdit etmeye
başlamışlardır98.
Gelişmelere adını koyan Hersek Mutasarrıfı Vasıf Paşa ve Hersek
Sancak Meclisi olmuştur. Paşa ve meclis üyeleri gelişmeleri “isyân” olarak
niteleyerek, Derbenak ve Piva Nahiyeleri’ni isyân bölgesi olarak ilan etmişlerdir.
Vasıf Paşa kendisine ulaşan Gaçka Meclis raporu üzerine, hemen
11 Aralık gecesi Mostar’da bulunan askerî birlikleri denetlemiştir. Ardından
olayların boyutunu anlayabilmek için özel görevli adamları çatışma
bölgelerine göndermiştir. Paşa ve meclis üyeleri, isyânın Hersek’in diğer
bölgeleri ve Bosna’ya sıçramasını önlemek amacıyla, ellerindeki kuvvetlere
ek olarak Saraybosna’dan bir tabur asker istemişlerdir99. Paşa’nın isteği
Saraybosna’daki yetkililer tarafından uygun bulunmuş ve izin verilmesi için
derhal İstanbul’a yazılmıştır100.
Bosna Eyalet Komutanı Salih Paşa, 15 Aralık’ta Derbenak İsyanı’nın
İzvornik Sancağı’nda bulunan Hıristiyanları cesaretlendirdiğini ve yöre reayasının
kıpırdanma içine girdiğini belirtmiştir. Ona göre, halk bu cesareti
Sırbistan’da yaşayan soydaşlarından almaktadır101.
Bosna Valisi’nin 21 Aralık’ta merkeze gönderdiği rapora göre, isyân
yayılmaya başlamıştır. Karadağlılar’ın kışkırtması sonucu, Grahova, Benan
ve Zupçe Nahiyeleri de isyâna dahil olmuştur. Doğrudan Karadağ’a bağlı
isyâncılar ise Kolaşin-i Bâlâ’ya saldırarak külliyetli miktarda koyun ve sığırı
gasp etmişler, olaylar sırasında Müslümanlardan yaralananlar olmuştur.
Son olaylar karşısında valinin isyân ilk duyulduğundaki heyecanlı tavrından
vazgeçtiği ve daha soğukkanlı bir tutum içine girdiği görülmektedir. Vali
yaptığı değerlendirmede isyânın hafife alınmaması gerektiğini belirtmiş ve
Gaçka Bölgesi’nde 40.000 eli silah tutan Hıristiyan olduğunu, daha önceki
arzlarında istediği bir taburun isyânı bastırmaya yetmeyeceğini ifade etmiş;
ayaklanmanın tüm eyalete yayılmasını önlemek için Dersaâdet Ordusu’ndan
en az bir alay askerin vakit kaybedilmeden gönderilmesini istemiştir102.
21 Aralık tarihli başka bir istihbarata göre, Karadağ Ladikası103 9.000
asker toplayıp bu askerlerle Bosna’ya büyük bir saldırı başlatma hazırlığı
içine girmiştir. Ladika, emrindeki birlikleri üçe bölüp, Trebin, Grahova ve
Gaçka’ya saldırmak için plan yapmıştır. Askerî harekâta ilave olarak, Zupçe
Nahiyesi Voyvodası Luka ve kendi özel muhafızlarının Hersek’te halkı
isyâna teşvik için propaganda yapması kararlaştırılmıştır. 26 Aralık’ta,
Luka kendisine tevdi edilen görevi yerine getirmek amacıyla, halkı Şuma
Manastırı’na toplayarak isyâna zorlamıştır104.
Asîlerin özellikle Gaçka’da faaliyetlerini yoğunlaştırmaları üzerine,
26 Aralık’ta Gaçka Kaza Meclisi’nden çok acil yardım çağrısı alınmıştır.
Hersek’e ulaşan bilgiye göre, durum çok kritiktir ve istenilen askerî yardım
bölgeye ulaşmadığı için asîler etkinliklerini artırmışlar, halk büyük bir en-
dişe ve korkuya kapılmıştır105. Yine aynı gün güvenlik kuvvetleri ile asîler
arasında ilk çatışma haberleri alınmıştır. Güvenlik kuvvetleri ile asîler arasında
Trebin yakınlarında küçük bir çatışma yaşanmıştır. Bu sırada yerel
memurlar isyâna müdahale edebilmek için son derece hızlı bir şekilde organize
olmuşlar ve ellerindeki her türlü imkânı kullanmışlardır106. Olayların
yayılması ve Karadağ’ın doğrudan işin içine girmesi Hersekli yetkilileri
oldukça telaşlandırmıştır. Hersek Sancak Meclisi isyâna karşı koymak için,
bir yandan Foça’ya gönderilmek istenen askerî birliğin derhal Mostar’a gönderilmesini
talep etmiş, diğer taraftan da muvazzaf askerleri silah altına almaya
başlamıştır. Askerî ihtiyaçlar için de çok acil 30.000 kıyye peksimet ve
200 sandık fişek Saraybosna’dan talep edilmiştir107.
İsyâncıların ne kadar organize oldukları ve eylem planlarını çok öncelerden
yaptıkları hareket tarzlarından anlaşılmaktadır. İsyânın başlamasından
yaklaşık 20 gün sonra, Yenipazar Sancağı’ndan geçen İstanbul Yolu’nu
ele geçirmeye uğraşmışlardır. Ellerindeki kuvvetlerin büyüklüğü ise başka
bir tartışma konusudur. İsyânın başından beri Bosna’daki askerî kuvvetlerin
bunlarla başa çıkamayacakları ortaya çıkmıştır. Bosna Valiliği 2.500 kişilik
muvazzaf askeri silah altına almak için çalışmalara başlamışsa da, bizzat
valinin de ifade ettiği gibi, isyânın bu askerlerle sona erdirilmesi çok güç
görülmektedir108.
Kimi askerî yetkililerin açıkça söylemediği ama ima ettiği gibi, bu bir
isyân değil Hersek’in Karadağ tarafından işgal provasının ayak sesleriydi.
İsyâncıların emellerine ulaşamamalarının ardında hiç şüphesiz yerel idarecilerin
isyâna karşı koymak için verdikleri ani refleks yatmaktadır. Bu
refleks ne bundan önceki isyânlarda ne de bu isyândan sonra ortaya çıkacak
isyanlarda görülür. Mesela asîlerin geçit bölgelerini tutma stratejisini
gören Bosnalı yetkililer bunun önüne geçmek için derhal tedbir almışlardır.
Bu tedbirlerden biri Vişegrad Köprüsü’nün güvenliğinin sağlanmasıdır109.
Daha önce İşkodra, Tuna, Bulgaristan gibi yerlerin politik atmosferinin nazik
olduğunu ileri sürerek bu bölgelerdeki kuvvetlerin isyân bölgesine kaydırılmasına
karşı çıkan Rumeli Ordu Komutanı İsmail Hakkı Paşa nihayet
Ocak 1858 başında Bosna’daki isyânın boyutlarını anlamış ve kuvvet kaydırılmasına
sıcak bakmaya başlamıştır110.
İstanbul’un kuvvet kaydırma konusundaki kararsızlığı isyânın genişlemesinin
başka bir nedenidir. Merkez tüm haberlere rağmen 5 Ocak’ta
hâlâ bölgeye asker gönderilmesi hususunda tereddüt içerisindedir. Bosna
Valiliği’ne elindeki kuvvetler ve 1.000 muvazzaf askeri silah altına alarak
isyâna karşı koyması tavsiyesinde bulunmaktadır111. Nihayet 10 Ocak’ta kuvvetlerin
gönderilmesine dair ilk işaretler verilmiştir. Fakat yine de Sofya,
Tırnova, Vidin ve Rusçuk’ta bulunan kuvvetlerin yer değişikliğine, bölgelerin
nazik durumu nedeniyle izin verilmemiştir112.
C- İSYÂNIN GELİŞİMİ ve BASTIRILMASI
1- Askerî Mücadele
a- 1858 Safhası
İsyanın bastırılmasına dair ilk somut adım Vişegrad Köprüsü’nü koruyacak
birliklerin hazırlanmasıdır. 4 Ocak’ta askerlerle ilgili ayrıntılı döküm
hazırlanarak merkeze gönderilmiştir113. Böylece isyâna karşı hem siyasî hem
de askerî irade harekete geçmiştir. Ocak ayı ortalarında ise Rumeli Ordu
Komutanı İsmail Hakkı Paşa’nın talep ettiği iki tabur piyade ile dört bölük
süvarinin Bosna’ya gönderilmesine izin verilmiştir114. Bu düzenlemenin ardından
mevcut vali Mehmed Reşid Paşa görevden alınarak, yerine “sert bir
tavra sahip” olarak tanımlanan Mehmed Kânî Paşa vali olarak atanmıştır115.
ı- Trebin Harekâtı
İstanbul bürokrasisi kuvvet kaydırma konusunu tartışırken, Bosna
Ordu Komutanı Salih Paşa bölgesel tedbirleri almaya başlamıştır. İlk ola-
rak Emir-i Ümeradan Hacı Ali Paşa komutasındaki muvazzaf askerleri 15
Ocak’tan itibaren Trebin’e gönderilmiştir. Ayrıca Salih Paşa’nın kendisi de
askerî harekâtı daha yakından takip edebilmek için Mostar’a gitmiştir. Paşa,
orada bulunan iki dağ topuyla Rumeli Ordusu beşinci şişhane taburunu
da Trebin’e sevketmiştir. Ordunun Trebin’e gelmesiyle, kuşatma altında bulunan
kent kurtarılmış ve asîler geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Salih
Paşa, asîleri Zupa Nahiyesi’nde bulunan Preska Boğazı’na kadar kovalamıştır.
Ancak elindeki kuvvetler yeterli olmadığından daha ileri gidememiştir.
Asîleri yok etmekte kararlı olan Paşa, Gaçka’da bulunan Dersaâdet Ordusu
üçüncü piyade alayı üçüncü taburunun Trebin’e gelmesi için, o kuvvetlerin
komutanı Yasin Paşa’ya emir vermiştir. Ancak paşalar arasındaki anlaşmazlık
nedeniyle, Yasin Paşa istenilen kuvvetleri Trebin yerine Piva’ya
göndermiştir. Yasin Paşa, ancak Salih Paşa’nın tehdit içeren sert emirleri
sonrasında Şubat ayı ortalarında Trebin’e gitmiştir. Ancak birlikler geciktiği
için istenilen netice alınamamıştır116.
Kışın gelmesiyle isyâncılara destek veren Karadağ birlikleri memleketlerine
çekilmiş, reaya ise hareketsizlik içine girmiştir117. Geri çekilmede
İngiltere ve Avusturyalı yetkililer etkili olmuştur. Bu iki devlet, Rusya’nın
olaylara müdahalesinden çekindiklerinden Karadağ kuvvetlerinin Hersek’i
terk etmesi için Karadağ Ladikası Danilo’ya baskı yapmışlardır118. Ancak
Bosna Valisi Mehmed Reşid, Meclis-i Muvakkat Başkanı Agâh Efendi ve
Hersek Mutasarrıfı Vasıf Paşa isyânın gerilemesini kış mevsimi nedeniyle
bölgedeki sert hava şartlarına bağlamışlar ve durumu geçici olarak değerlendirmişlerdir119.
ıı- Podgoriçe Muhârebesi
Gaçka civarında isyânın sona erdiğine dair iyi haberler alınırken, 28
Ocak’ta Podgoriçe Kazası’ndan yeni çatışma haberleri gelmiştir. Karadağ
kuvvetlerinin İşboz Kazası’na giden ikmal yollarını kesmesi üzerine,
Podgoriçeliler’den oluşan 300 kişilik bir kuvvet asîlere müdahale etmiş,
iyi organize olmuş Karadağlılar karşısında başarı sağlanamamıştır. Bunun
üzerine Mirliva Ali Rıza komutasında, beraberinde iki dağ topu bulunan
Rumeli Ordusu altıncı şişhane taburu bölgeye sevkedilmiştir. Bu kuvvetler
3.000 kişiden oluşan bir Karadağ kuvveti ile karşılaşmışlardır. Çatışma sonunda
Karadağlılar dağıtılmıştır. Böylece isyândaki ilk büyük çatışma asîler
hedeflerine ulaşamadan kazanılmıştır. Karadağ Ladikası’nın, “Müslümanları
nerede bulursanız öldürün” emrini verdikten bir gün sonra bu çatışmanın gerçekleşmesi
anlamlıdır120.
Podgoriçe Muhârebesi’nin ardından Karadağlılar’ın hazırlıklarına
dair yeni bilgiler alınmıştır. İlk bilgiler Karadağ Ladikası’nın çatışmaları
yakından izlediğini göstermektedir. Ladika Hersek sınırında bulunan Bilubavlik
Köyü’nde bulunan Rürbanik Kilisesi’ne gelerek bir şenliğe katılmış,
beraberinde dört top ve tüfekler getirerek asker toplanmasını emretmiştir121.
Podgoriçe’de bulunan Rumeli Ordusu Mirlivalarından Ali Rıza Paşa ise Karadağlılar
ve Kuviç Nahiyesi eşkıyâsının yeni bir saldırı hazırlığı içinde olduğu
haberini vermiştir122. Çatışma ve hazırlıklar devam ederken Karadağlılar,
Fransa’dan bir gemi dolusu barut ve silah almışlar, silahlar Yunan bandıralı
bir gemi ile Bar Limanı’na getirilmiş, fakat Bar Kaza müdürü silahların sevkıyatına
izin vermemiştir123.
Gelişmeler üzerine, Rumeli Ordu Komutanı İsmail Hakkı Paşa merkezden
yeni birlikler talep etmek zorunda kalmıştır. Paşa, 9 Şubat’ta ilk kez
Karadağ’a askerî bir harekât seçeneğini de gündemine almış ve merkezin bu
konudaki düşüncesinin ne olduğunu sormuştur124. O ilgili raporunda idarî
konulara da değinmiş; Mehmed Kâni Paşa’nın valiliğinin problemli olacağını
ileri sürerek, Prizren Mutasarrıfı Akif Paşa’nın vali125, Bosna Komuta-
nı Salih Paşa’nın Trebin harekâtındaki başarısızlığından dolayı görevden
alınarak yerine Ferik Hüseyin Daîmî Paşa’nın atanmasını istemiştir126. Ancak,
İstanbul Karadağ’a askerî harekât yapılması düşüncesinin çok gereksiz
olduğunu, sert bir üslûpla Paşa’ya bildirmiştir. Hükümet açıkça olayların
büyümesinden çekinmekte, istenilen birliklerin gönderilmesinin ve görev
değişikliklerinin yeterli olacağını düşünmektedir. Paşa’nın istediği görev değişiklikleri kabul edilmiştir127.
ııı- Mehmed Kânî Paşa’nın Göreve Başlaması
Hükümet Bosna’ya sevketmeyi düşündüğü birlikleri yeni vali Mehmet
Kani Paşa ile birlikte Bosna’ya göndermiştir. Kânî Paşa ile birlikte, Dersaâdet
Ordusu piyade altıncı alayının üç taburuyla, altıncı şişhaneci taburu Bosna’ya
gönderilmiştir. İlgili birlikler 1858 Nisan ayı başında Bosna’ya ulaşmışlardır128.
Karal, Paşa’nın askerî kuvvetlerle bölgeye gitmesini Karadağ’la savaş
haline geçme olarak yorumlamıştır129. Fakat İstanbul’un böyle bir niyetinin
olmadığı, Kânî Paşa ile birlikte gönderilen fermanlardan ve hızla yürütülen
sosyal düzenlemelerden bellidir. 4 Mart 1858 tarihli talimata göre, isyânla
mücadelenin aşağıdaki şekilde yapılması Kânî Paşa’dan istenmiştir130:
1- Askerî mücadele oldukça dikkatli yürütülecektir. Askerî tedbirlerin
tüm Hıristiyanlar için geçerli olduğu görüntüsü verilmesinden kaçınılacak131,
isyâna karışmayan bölgelerin halkına dokunulmayacaktır.
2- Başıbozuk askerinin kullanılmasında birçok fenalıklar görülmüştür.
Yerli muvazzaf asker kullanımı da Müslüman ve Hıristiyan halk arasında
düşmanlıklara yol açtığından, çok gerekli olmadıkça bu askerler kullanılmayacaktır.
Bunların yerine düzenli askerî birlikler kullanılacaktır.
3- İsyâna çıktığı bölgede derhal müdahale edilecek, başka bölgelere sıçraması
önlenecektir.
4- Yağmalama hareketlerinin önüne geçilecektir.
5- Çocuk, kız ve kadınlara dokunulmayacaktır.
6- Sağ yakalananların idam edilmemesi, çatışmada ölenlerin kafalarının
kesilmemesine dikkat edilecektir132.
7- Asîlerin Karadağlılar ile birlikte hareket etmeleri halinde, çıkacak
çatışmada isyâncılar Karadağ sınırına kadar sürülecek, Karadağ sınırından
öteye geçilmeyecektir.
Karadağ kuvvetleri, bölgede hava şartlarındaki iyileşmeyle beraber Nisan
sonlarından itibaren Hersek’e saldırılarını sıklaştırmışlardır. Güçlerini
tazeleyen ve sınıra gerekli cephane sevkıyatını yapan Karadağlılar açıkça,
Hersek’in kendilerine ait olduğunu iddia etmeye başlamışlardır. Böylece
isyân yeni bir safhaya girmiştir. Daha önce sözde yerel nedenlerden, yerel
halk tarafından başlatılan huzursuzlukların gerçek nedeni aleni bir biçimde
ortaya çıkmıştır. İsyân bu safhadan itibaren Hersek Hıristiyanları ve
Karadağ’ın oluşturduğu müttefik bloğu ile Osmanlı Devleti’nin çatışmasına
dönüşmüştür. Bu haliyle bir isyân değil Osmanlı-Karadağ Savaşı’dır. Ancak,
Karadağ Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir eyalet olduğundan, Osmanlı
yetkilileri bölgedeki çatışmaları resmî kayıtlarda “isyân” olarak nitelemeye
devam etmişlerdir. Silahlı çatışmanın kaçınılmaz olması, İstanbul’da endişeyle
izlenmiştir133.
Nisan başında Mostar’a gelerek komutayı ele alan yeni komutan Hüseyin
Daîmî Paşa ilk olarak ordunun erzak problemini halletmek üzere,
Mostar’da bir komisyon kurmuş ve komisyonun başına Mostar’da kurulan
Meclis-i Muvakkat Reisi Agah Efendi’yi getirmiştir. Paşa daha sonra
Bileke’ye gitmiştir. Emrindeki kuvvetlerle 15 Nisan’a kadar Bileke’de konaklayan
Hüseyin Daîmî Paşa, bu tarihten itibaren Grahova’ya gitmek üzere
hazırlıklara başlamıştır. 20 Nisan’da İstanbul’dan alınan emirler gereğince,
Dersaâdet Ordusu altıncı şişhane ve altıncı alayının birinci ve üçüncü taburlarıyla,
Rumeli Ordusu beşinci şişhaneci ve beşinci alayının ikinci taburundan
dört bölük, sekiz topla birlikte Grahova’ya gitmek üzere Bileke’den
ayrılmıştır. Yol güzergâhında birkaç mahalde asîlerle küçük çatışmalar yaşanmış,
fakat ordunun ilerleyişi durdurulamamıştır. Nihayet Grahova yakınlarında
Grahoviçe’de karargâh kurulmuştur. Karargâh taş duvarlar ve
metrislerle tahkim edilmiştir134.
ıv- Nikşik Harekâtı
İsyân başladığı andan itibaren en zor durumda kalan yerlerden biri
Nikşik olmuştur. Nikşik konumu itibariyle, Karadağ sınırına çok yakın olduğundan,
eşkıyâ tarafından ablukaya alınmıştı. Nikşik çevresindeki ablukayı
kaldırmak üzere, Yasin Paşa komutasında bir birlik 7 Mayıs’ta bölgeye
sevk edilmiştir. Yoğun yağmur altında yapılan sevkıyat, herhangi bir zayiat
verilmeden başarılmış ve 9 Mayıs’ta Nikşik’e girilmiştir. İlk olarak Nikşik
çevresinde isyâna destek veren köylerin kontrolüne girişilmiş, fakat bu iş başarılamamıştır.
Bu sırada Grahova’da işleri biten Karadağ kuvvetleri dikkatlerini
Nikşik’e çevirmişler ve Nikşik yeniden ablukaya alınmıştır. Nikşik’in
ablukaya alınmasıyla erzak sıkıntısı başlamıştır. Grahova mağlubiyetinin etkisini
yeni yeni üzerinden atan yetkililer, önce Hersek’te düzeni tesis etmişler,
ardından Mayıs sonunda nihayet Nikşik’e taze birliklerle, erzak ikmali
yapabilmişlerdir. Destek birliklerinin gelmesiyle Nikşik etrafındaki abluka
yarılmış ve hayat normale dönmüştür. Bu sırada çok önemli bir değişiklik
yapılmıştır. Hüseyin Daîmî Paşa İstanbul’a çekilmiş, yerine Ferik Salim Paşa
atanmıştır135.
v- Grahova Savaı
Bosna’daki Osmanlı birlikleri Grahova’da Karadağ kuvvetleri ile büyük
bir savaş yapmışlar ve bu savaşı taktik hatalar nedeniyle kaybetmişlerdir.
Grahova’daki Osmanlı birlikleri ile Karadağ kuvvetlerinin ilk karşılaşması
11 Mayıs’ta gerçekleşmiştir. 11 Mayıs’ta Ladika Danilo’nun kardeşi Mirko
Petrović komutasında 15.000 kişiden oluşan Karadağlılar ve asîler, ani
bir hamle ile Osmanlı kuvvetlerine saldırmışlardır. 14 saat süren mücadele
sonucu herhangi bir başarı kazanamadan geri çekilmişlerdir. Daha sonra
Mirko, Türk kampına yiyecek taşıyan katarlara saldırarak kampın iaşe ve ikmalini
kesmiştir. İkmal katarlarının Karadağlılar’ın eline geçmesi Grahova
yenilgisine giden yolu açmıştır. İkmalle görevli askerlerin dudak ve burunların
kesilmesi, cesetlerin parçalanması gibi korkunç muameleler, karargâhta
bulunan askerlerin morallerini bozmuştur. Moral bozukluğuna iaşe sıkıntısı
eklenince, Hüseyin Daîmî Paşa Karadağ Ladikası Danilo’nun özel sekreteri
Delarue ile bir anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. Anlaşmaya göre; Grahova
boşaltılacak, buna karşı Osmanlı askerlerinin Klobuk Kalesi’ne çekilmelerine
izin verilecekti. 12 Mayıs’ta çekiliş başladıktan kısa bir süre sonra,
Klobuk’a giden dağ geçitlerinin ortasında Karadağlılar Osmanlı kuvvetlerine
saldırmışlardır. Çaresiz biçimde pusuya düşen askerlerin neredeyse tamamı,
kendilerini savunmaya fırsat bulamadan katledilmişlerdir. Hüseyin
Daîmî Paşa sonuna kadar çarpışmış ve en son kendisi olmak üzere Trebin
Kalesi’ne çekilmiştir. Çarpışmalarda Liva Abdülkerim Paşa, üç binbaşı ve
Osmanlı kaynaklarına göre 1.500’den fazla, tarafsız kaynaklara göre 3.000’e
yakın asker şehit olmuştur. Kimi Karadağ kaynaklarında Osmanlı kayıpları
abartılarak, 6.000 kişinin öldürüldüğü bilgisi dahi yer almaktadır. Askerlerden
geriye kalan çok azı ise, korkunç işkencelere maruz kalmışlardır. O gece
Trebin’e karşı bir saldırı beklenirken, Mostar’dan yardıma gelen üç bölük
asker sayesinde Karadağlılar daha fazla ilerleyememişlerdir136.
Karadağlılar bir kez daha vahşiliklerini sergilemişler, ölüler dahil Müslüman
askerlere aklın alamayacağı işkencelerde bulunmuşlardır. Geleneksel
uygulamaları olan baş kesmenin yanında, sağ kalan askerlerin burun ve üst
dudaklarını kesmişler, alın derilerini yüzmüşlerdir137. Bu nedenle bu askerler
halkta infial yaratmasın diye memleketlerine dahi gönderilememiştir.
Dönemin Sadrazamı Âlî Paşa karşı karşıya kalınan vahşet karşısında isyân
etmekten başka bir şey yapamamıştır. O Grahova Savaşı hakkında şunları
söyleme gereğini hissetmiştir138,
Grahova vakayı mükedderesinden sonra ötede beride
Dağlıların eline düşen neferat-ı askeriyemiz hakkında icra olunmuş gaddarlıkların
şu biçarelerin üzerinde bir eser-i daimisi kalmıştır ve giriftar oldukları işkencelerden
tahlis-i can edebilenler Çanakkale’de hastahanelerde bulunup, biçarelerin azaları o derece
suret-i menfurede katı cüda kılınmıştır ki, bunları Dersaâdet’e celbetmiye veyahut
memleketlerine göndermeye cesaret edemiyoruz. Bir de Millet-i İslâmiye aleyhinde yazılan
kaffe-i müfteriyatı kemal-i memnuniyetle kabul eden ve Türkler tarafından katl-i
nefs vukuuna külli yevm havadis ihtira eyliyen gazetelerin mürettipleri kimler ise birtakım
harekât-ı vahşiyane aleyhine bir kelime takbih bulamadıkları bir esef-i azim ile
müşahade olunmaktadır.”.
Savaş sonrasında Karadağ’a doğrudan destek veren tek ülke yine
Fransa olmuştur. Fransa, Grahova yenilgisi sonrasında artan kargaşayı
sona erdirmek amacıyla Avusturya’nın Karadağ’a müdahale edebileceğini
düşündüğünden, iki savaş gemisini Karadağ’a destek amacıyla Adriyatik
Denizi’ne göndermiştir. Bununla da yetinmeyerek Karadağ’a en az Rusya
kadar destek verdiğini ilan etmekte de bir sakınca görmemiştir. Fransa açık
desteğini Kolaşin katliamı sonrasında da devam ettirmiştir139.
Osmanlı kuvvetlerinin Grahova Savaşı’nı140 kaybetmeleri isyânın dönüm
noktasını oluşturur. Çünkü, bu tarihten sonra savunmasız kalan Hersek
toprakları, Karadağ saldırılarına açık hale gelmiştir.
vı- Koryaniçe Saldırısı
Grahova galibiyeti ile şımaran Karadağlılar, savunmasız kalan Müslüman
köylerine saldırmışlardır. Karadağlılar’ın kitlesel katliam politikasına
maruz kalan yerlerden biri de Klobuk Kalesi yakınlarındaki Koryaniçe köyü
olmuştur. Köyü yağma eden, evleri yakan, sivilleri katleden Karadağlılar,
özellikle kadın ve çocukları korkunç işkencelerle öldürmüşlerdir. Ortaya çıkan
manzara karşısında, saldırıdan kurtulabilen tüm Müslümanlar evlerini
terk etmek zorunda kalmışlardır. Bölge halkı İstolçe ve Lubin’e yerleştirilmişlerdir141.
vıı- Bihke Olayları
13 Temmuz 1858’de Bihke Sancağı’nda Hıristiyanlarla Müslümanlar
arasında kanlı çatışmalar meydana gelmiştir. Hıristiyanların Eski Meydan’da
Müslümanlara saldırması sonucu, pazar yeri yakınlarında şiddetli bir çatışma
meydana gelmiştir. Çatışmada 150 Hıristiyan ile bir o kadar da Müslüman
hayatını kaybetmiştir. Benzer bir saldırı Krupa ve Novi’de de gerçekleştirmek
isteyen asîler Müslümanları kuşatmıştır. Ancak, Müslümanların
kendilerini savunmak için silahlanması, isyancıların çabasını boşa çıkartmıştır.
Bölgede savunmasız kalan Müslümanların silahlanması, İstanbul’un
isyânın başından beri korktuğu Müslüman-Hıristiyan çatışmasını gündeme
getirmiştir142. Bihke’deki olayların birkaç noktada birden patlak vermesi,
olayların planlanmış olduğunu göstermektedir. Bihke’deki taktiğin Koryaniçe
ile aynı olduğu açıktır. Zira, Müslümanlar katliamlarla korkutularak
yerlerinden göçe zorlanmışlardır. Aynı taktik Kolaşin’de de denenmiştir.
Bunca olay sonrasında dahi isyancıların hâlâ hükümete karşı olmadıkları,
asıl hedeflerinin mültezimler ve beyler olduğunu açıklamaları çok manidardır143.
Bu ifadeler, Bosna Hersekli isyancıların ilk Sırp İsyanı’ndaki taktikle
yollarına devam ettiklerinin en güzel göstergesidir. Bihke’de çatışmalar
devam ederken, Avusturya’nın Bosna Konsolosu’nun Banaluka’daki ajanı
Millenković gönderdiği raporda, ayaklanmanın temelinde milliyetçi veya
politik düşünceler olmadığını vurgulama gereği hissetmiş, yapılanları hükümetine
masum göstermek için reayanın kendilerine yapılan baskı ve haksızlıklar
nedeniyle ayaklandığını yazmıştır144. Olaylar Kânî Paşa’nın Bihke’ye
gitmesiyle son bulmuştur. Avusturya Konsolosu Rössler, Kânî Paşa’nın
Bihke’ye gitmesiyle isyanın durmasını, Paşa’nın beraberindeki askerî kuvvetlere
değil de, asîlerin devletle bir problemleri olmamasına bağlamıştır145.
Ancak tüm bu iddiaların İstanbul’u yanıltmaya yönelik adımlar olduğu, 29
Temmuz 1858 tarihinde Kostayniçe’de çıkan isyandan anlaşılmaktadır. Böylece
Avusturyalı görevliler kendi raporlarıyla kendi iddialarını yalanlamışlardır.
Avusturyalı yetkililer, tam da Bihke Kaymakamı, Hıristiyan tüccarlar,
ileri gelen din adamlarından oluşan bir teftiş heyeti olayları yatıştırmak için
köy köy dolaşıp, yolsuzlukların ve haksızlıkların önüne geçmek için çalışmalara
başlamışken, Kostayniçe’de baş gösteren çatışmalara “güyâ” bir anlam
veremediğini ifade etmişlerdir146.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder